Türü: Modern Klasik-66Kitabın Adı: Olağanüstü Bir Gece
Yazar: Stefan ZweigSayfa Sayısı: 80Yayınevi: Türkiye İş Bankası
ARKA KAPAK: Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.
YORUMUM:
Bu kitaba başlama sebebim
kesinlikle Stefan Zweig ve onun muhteşem betimlemeleriydi. Daha önce çoğu
kitabının tadına bakmış birisi olarak bu kitabını da uzun zamandır merak
ediyordum. Yazıma öncelikle bu kitabın ortaya çıkış hikayesini anlatarak
başlamak istiyorum:
Bir gün yazarımız Stefan Zweig’a katıldığı çatışmalarda
şehit düşen Baron Friedrich’in ailesi, Baron’un yazı masasında buldukları
yazıları göz gezdirmesi için verirler. Ailesi bu yazıları incelediğinde ilk
başta edebi bir çalışma olarak düşünseler de aslında Stefan Zweig yazıları
okuduktan sonra bunların Baron’un gerçek yaşantısı, bütün ayrıntılarıyla
gerçekliğe dayanan bir ruhsal hikaye olduğunu düşünür. Ardından Zweig bu hikayeyi kendi mükemmel üslubuyla
düzenleyip, herhangi bir olayı atlamadan, sadece kitabın ismini değiştirerek bizlere
sunar.
İlk olarak Baron’un kağıda
yazdığı şu sözlerle kitaba başlıyoruz “Bu sabah aklıma birden gelen o
olağanüstü gecede yaşananları, bütün olan biteni bir kez de doğal akışı içinde
düzenlenmiş olarak görebilmek amacıyla kendim için yazmak geldi.” Ve ardından
Baron’un o olağanüstü gecede neler yaşamış olduğunu merak etmeye başlıyoruz. Kitabın
başlarında verilen bu gizem kitabın sonuna kadar beni ele geçirdi diyebilirim.
Stefan Zweig’ın o harika yazım dili, karakterin duygularını harika bir şekilde
eğip büküşü her zaman olduğu gibi beni benden aldı. Kitap boyunca devam eden o
tek paragraflı bölümleri okumak ağır gibi görünse de diğer kitaplarından
alışkın olduğum için okumak benim için kolay oldu.
Karakterimiz Baron, saygın bir yedek subay, hali
vakti yerinde, elit tabakadan olan bir burjuva. Ona göre hayatı oldukça sıradan
ve donuk bir şekilde ilerliyor. Parasından başka hiçbir şeyi yok. Etrafı
insanlarla çevrili olsa da oldukça yalnız birisi. Bir gün Baron yine hayattan sıkılmış halde at arabasına atlar ve at yarışlarının olduğu yere doğru gider. Bir süre insanları izledikten sonra gözüne şişman bir adamın elinde at yarış kuponlarıyla aceleyle koştuğunu görür ve adama çarpar. Adamın elindeki kuponlar etrafa saçılır. Bu durumu izleyen Baron o sırada daha önce yapmadığı bir şeyi yapar ve adamın kuponlarından birisinin üzerine basıp onu gizler.
Onun gibi centilmen, elit tabakaya ait birisinin böyle bir davranışta bulunması karşısında hiç kötü
hissetmez. Tam tersine yeniden yaşadığını hisseder. Hatta bu duygularını şu
sözleriyle dile getiriyor Baron “ Benim içimde bile, soluk alıyor oluşumu
evrenin bir parçası olmama borçlu olsam da benim içimde bile, yeryüzüne ait her
şeyde bulunan o gizem dolu volkansı özün, bazen tutkunun sarsıntılarıyla
parlayan ateşi hala canlıydı demek ki; demek ki ben de yaşıyordum, canlıydım,
kötücül ve ateşli hazları olan bir insandım. Bu tutkunun fırtınasıyla bir kapı
açılmıştı, içimde bir derinleşme olmuştu ve ben haz dolu bir esrimeyle içimdeki
bu bilinmeyene bakarken hem korkuyor hem hayat buluyordum.” Daha önce yaşamadığı, bilmediği bir duyguyu
hissetmeye başlamasına, ruhunun uyanışına şahit oluyoruz.
Varoluş sancıları üzerine, dönemin
burjuva yaşamını ve alt kesimin konulduğu statüyü açık bir şekilde ruhsal
betimlemelerle anlatmış Stefan Zweig. Kitabın ağır bir şekilde ilerlemesi bazen
beni sıkmış olsa da ilerledikçe ve sonunda neler olduğu konusunda düşündükçe
hızla okumaya devam ettim.
Baron yazısını şu sözleriyle
bitiriyor “O geceden arkadaşlarımdan hiçbirine söz etmedim.; içimin bir
zamanlar ne kadar ölü olduğunu asla bilmediler, şimdi nasıl çiçek açtığımı da
asla anlayamayacaklar. Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde
yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan
bütün insanları anlar."
Benim en sevdiğim Zweig kitabı.. Her türlü övgüye değer!
YanıtlaSilkesinlikle :)
Sil